Bir yarışma var ekranda… 5 yaşında bir çocuk, Berlin’de. Hemde annesi getirmiş onu bu sirke!
Işıl ışıl kendine büyük gelen takım elbisesi, yüzünün yarısını kaplayan ışıltılı fötr sapkası, bir eli eldivenli, küçücük bedenini eğip bükerek Michael Jackson olmaya çalışıyor. Belli ki günlerdir bu ana hazırlanıyor…
Yaşamını küresel bir sembol olarak geçirip, şüpheli bir ölüme giden bir pop şarkıcısı, kimbilir hangi rüzgarın Almanya’ya attığı bir Türk ailenin 5 yaşındaki oğlunu esir alıyor…
Küçücük bir çocuk sirk maymunu gibi ‘ünlü jüri’nin önüne atılıyor. 5 yaşında hayatının ilk yarışmasına katılıyor, kan ter içinde Amerikalı pop sembolü olmak için vargücüyle uğraşıyor… …
Ardından yaşamını sahne ışıkları altında garantileme umuduyla kendini jüri ve kameralar önüne atan diğer yarışmacılar, birer ‘yürek ağrısı’ bir nevi ‘işkence’ gibi Amerikan pop sembollerini canlandırıyorlar! Ünlü jüriye övgüler düzüyorlar…
15, 20, ve hatta 5 yaşında Türk çocukları, vatanlarından ‘sürülmüş’ dedelerinin anıları ve Almanlaşan hayalleriyle sahnedeler. Küresel sermayenin çarkları arasında ince ince kıyılıyorlar. …
‘Amerikalı’dan çok Amerikalı’ gibi oldukları için saygıdeğer jüri üyelerinden övgüler alıyorlar.
İşte buydu anlatmaya çalıştığımız… İşte ekranda çocuklarımız. Hepsi kıvrılıp dökülüyor, hepsi İngilizce şarkıları sular seller gibi okuyor.. Hip hopu Amerikan varoş delikanlılarından daha iyi yapıyor!
Ne demişti küresel efendiler , yarım asır önce: ‘Hedef ülkelere sadece sermayemizi değil, geleneklerimizi, kültürümüzü yerleştirmeliyiz!’ (Max Weston Thornbourg, Oltadaki balık Türkiye, Emin Değer)
Ekranda eski bir konsolosluk çalışanı Zeki Müren taklidi yapıyor, 4 Makedonyalı Türk, hip hopla kendinden geçiyor, babası Nijeryalı annesi Türk bir genç kız blues döktürüyor. Annesi sahne kenarından yavrusunu alkışlıyor… Ünlü jüri kah kahkahalara boğuluyor kah ‘hayır!’ diye haykırıyor, birinin umutlarını söndürüyor…
Salon eğleniyor, Almanya’daki Türkler aralarından çıkanlara aynaya bakar gibi bakıyor…
Benim yüreğim ağrıyor!!!
Seyretmeyin bu kanalları! Onurunuzu oyuncak etmeyin hokkabazların elinde! Ellerini ağzınızdan sokup midenizi söküyorlar, zehir ekiyorlar ülkenize! Her şeyinizi alıp şebekleştiriyorlar sizi. Küçücük çocuklarımız kan ter içinde kötü kopyalar olarak sahnede kıvranırken, kıs kıs güldüklerini duymuyor musunuz! Siz seyrederken kanınızı emiyorlar, meze yapıyorlar içkilerine beyninizi!
Görev ne diye soranlar! Görev küresel efendilerin medyasını işlevsiz kılmaktır… İzlemeyerek!
Kıs Kıs Gülüyorlar / Banu AVAR
Banu AVAR, 8 Kasım 2010