#33 – Paramparça Edilmiş Devrim Yasaları

0
541

Paramparça edilen devrim yasaları… Dün (3 Mart) çok önemli devrim yasalarından üçünün 97. yıl dönümüydü. O nedenle 3 Mart’ı yayın günümüz olan bugün (4 Mart) anmak istiyorum. Yıl 1924. Tam 97 yıl önce, 3 Mart günü din ve devlet işleri birbirinden ayrıldı. Kanuna “Türkiye Cumhuriyeti’nde halkın işleri ile ilgili yasaları yapmaya ve yürütmeye yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi ile hükümet yetkilidir” ifadesi konuldu. 3 Mart tarihinde kabul edilen ikinci kanun, Tevhid-i Tedrisat Kanunudur yani Eğitimin Birliği kanunudur. İlkokuldan başlayarak “Eğitim Birliği” ilkesine bağlı kalınacak, cumhuriyetimizin temel niteliklerine bağlı kuşakların yetiştirilmesi sağlanacaktır. Bu ikinci devrim yasasıydı. 3 Mart tarihli üçüncü kanun ise hilafetin kaldırılmasıdır. 3 Mart 1924 günü Urfa Milletvekili Şeyh Saffet Efendi ve elli arkadaşının verdiği yasa önerisi kabul edilmiştir. Bu yasa önerisi Hilafetin kaldırılmasıyla ilgilidir. Dört yüz yıllık bir kurumun varlığına son verilmiştir. Metin Aydoğan o dönemdeki durumu ve tarihsel geçmişi çok güzel özetler: Çok farklı yönetim geleneklerine sahip Türklerin, tarihsel olarak Hilafet işleyişiyle bir ilişkisi yoktu ve olamazdı. Kurdukları devletler; güçlerini ruhanî dayanaklardan değil, yaşamın içinden ve katılımcılıktan alıyordu. Ancak, Fatih’ten sonra Türk yönetim geleneklerinden uzaklaşmaya başlayan Osmanlılar, yayılma ve daha büyük iktidar gücü peşine düşmüşlerdi. Güçlenme adına, dini devlet işlerine soktular ve yarı teokratik bir devlet haline geldiler. Geçmişleriyle çelişen bu eylem, devleti güçlendirmediği gibi, bozulmasının başlangıcı oldu. 2014 yılında yani yasalaştığı tarihten 90 yıl sonra ortadan kaldırılan Tevhid-i Tedrisat yani Öğretimde Birlik Kanunu da 3 Mart’ta hayata geçirildi. Mustafa Kemal, 16-21 Temmuz 1921’de Ankara’da toplanan Birinci Maarif Kongresi’nde yaptığı konuşmada; “Bir ulusu, özgür ve bağımsız, ya da tutsak ve yoksul yapan eğitimdir”; “Ulusları kurtaranlar, yalnız ve sadece öğretmenlerdir” demişti. Ordularımızın kazandığı zafer,eğitim ordusunun zaferi için yalnızca ortam hazırladı. Gerçek zaferi öğretmenler kazanacak, yaşatacak ve kesinlikle başarıya ulaştıracaktır. Bursa’da öğretmenlere böyle demişti. 3 Mart 1924’te çıkarılan 430 sayılı yasayla, eğitimde Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) ilkesi kabul edildi. Öğretim Birliği Yasası, yalnızca mektep-medrese ikiliğini ortadan kaldırmadı. Yabancı okulların ve cemaat okullarının tümünü denetim altına aldı. Bu kısa ve öz anlatımı 16 Haziran 2020’de kaybettiğimiz sevgili dostum, arkadaşım Metin Aydoğan’ın çalışmasından aldım. Onu okuyunuz. Kuramsal Aktarım adlı bloğu takip ediniz:
http://kuramsalaktarim.blogspot.com

Ne yazık ki bu temel devrim yasaları ters yüz edilmiş, paçavraya çevrilmiştir. Ama gün gelir hesap döner!

Bölüm Tam Metni

Dün çok önemli devrim yasalarından üçünün 97. Yıl dönümüydü. O nedenle 3 Mart’ı yayın günümüz olan bugün (4 Mart) anmak istiyorum.

Yıl 1924, tam 97 yıl önce 3 Mart günü din ve devlet işleri birbirinden ayrıldı.

Kanuna “Türkiye Cumhuriyeti’nde halkın işleri ile ilgili yasaları yapmaya ve yürütmeye yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi ile hükümet yetkilidir” ifadesi konuldu.

3 Mart tarihinde kabul edilen ikinci kanun, Tevhid-i Tedrisat Kanunudur, yani Eğitimin birliği kanunudur. İlkokuldan başlayarak “Eğitim Birliği” ilkesine bağlı kalınacak , Cumhuriyetimizin temel niteliklerine bağlı kuşakların yetiştirilmesi sağlanacaktır. Bu ikinci devrim yassasıydı.

3 Mart tarihli üçüncü kanun ise Hilafetin kaldırılmasıdır.

3 Mart 1924 günü Urfa Milletvekili Şeyh Saffet Efendi ve elli arkadaşının verdiği yasa önerisi kabul edilmiştir. Bu yasa önerisi Hilafetin kaldırılmasıyla ilgilidir. Dört yüz yıllık bir kurumun varlığına son verilmiştir.

Ankara’da sinsi bir dedikodu her yeri sarmıştı. Mustafa Kemal ‘Halife’yi sürecek ve İslam’ı yıkacaktı’. Yerini sağlamlaştırdığında ‘Birçok Müslümanı Asacaktı’. Hem o hem Cumhuriyetin öncülerinin hepsi dinsizdi! Ankara ‘menfur dinsizler’in elindeydi.

Dedikodular dükkanlara, pazar yerlerine, evlere kadar yayılmıştı.

Köy ve kasabaları dolaşan kimi ‘hocalar’; imamlar halkı hükümete karşı kışkırtan konuşmalar yapıyordu. 1924’te durum buydu.

Metin Aydoğan o dönemdeki durumu ve tarihsel geçmişi çok güzel özetler:

Çok farklı yönetim geleneklerine sahip Türklerin, tarihsel olarak Hilafet işleyişiyle bir ilişkisi yoktu ve olamazdı. Kurdukları devletler; güçlerini ruhanî dayanaklardan değil, yaşamın içinden ve katılımcılıktan alıyordu. Ancak, Fatih’ten sonra Türk yönetim geleneklerinden uzaklaşmaya başlayan Osmanlılar, yayılma ve daha büyük iktidar gücü peşine düşmüşlerdi. Güçlenme adına, dini devlet işlerine soktular ve yarı teokratik bir devlet haline geldiler. Geçmişleriyle çelişen bu eylem, devleti güçlendirmediği gibi, bozulmasının başlangıcı oldu.

Hilafet sorunu, 1924 başında gündemin ilk maddesiydi. Hilafetin korunmasını isteyenler, Atatürk’ten halife olmasını, dünya Müslümanlarına önderlik yapmasını istediler. Hindistan’dan, Mısır’dan gelen kurullar bu dileği iletti. Önerileri hemen reddetti. Çünkü o bilimsel görüşleri olan, belirlenmiş hedeflere sahip gerçekçi bir insandı.

Hilafet Makamı, Şeriye ve Evkaf (Din ve Vakıflar) Vekâleti , birlikte ortadan kaldırılacaktı. Yani yalnızca Halifelik Kurumu değil, ona yaşam veren vakıf ve eğitim kurumları da ortadan kaldırılıyordu.

Saltanatın kaldırıldığı 17 Kasım 1922 ile hilafetin kaldırıldığı 3 Mart 1924 arasındaki 14 ay içinde, olağanüstü bir değişim ve dönüşüm hayata geçirilmişti.

2014 yılında yani yasalaştığı tarihten 90 yıl sonra ortadan kaldırılan Tevhid-i Tedrisat yani Öğretimde Birlik Kanunu da 3 Mart’ta hayata geçirildi.

Eğitim, o güne kadar din ağırlıklıydı. Medreseler Şerîye ve Evkaf Nezareti’ne bağlıydı. Bu kurumlar varlığını sürdürdükçe, eğitimde birliği sağlamak mümkün değildi. Yasa gerekçesinde deniyordu ki “Türkiye Cumhuriyeti içindeki tüm eğitim kurumlarının merkezi Maarif Vekaleti olacak ve burada ulusal birliği sağlayan gençler yetiştirilecektir.”

Tarikat ya da mezheplerin yönetimindeki medreseler çürümüş kokuşmuş kurumlar haline gelmişti. Her dini grup, kendi inancına göre öğrenim yapıyordu. Türk toplumunun kültür kaynakları kurutulmuştu.

Türk tarihi diye bir dersin adı bile yoktu. Arapça ve Farsça’dan başka yabancı dil öğretilmiyordu. Yabancı dil öğrenmek günahtı. Devlet işlerinde tercümanlar ayrılıkçı Fener Rumları ya da Ermenilerden oluşuyordu.

1923 yılında, ilkokuldan üniversiteye dek tüm öğrenci sayısı, genel nüfusun yüzde 3’ünü oluşturuyordu. Okur yazar oranı yüzde 6’ydı. 5 Darülfünun’da okuyan toplam öğrenci sayısı yalnızca 2088’di ve bunların sadece yüzde 8’i, yani 185’i kız öğrenciydi.

Ülkede misyoner okulları bolluğu vardı ve hepsinin başında bölücü siyasi figürler vardı.

Bunlar “Müslüman Türk gençlerini eğitmek yani devşirmek” niyetiyle o coğrafyadaydılar.

Temel amaç gençlerin içinden çıktıkları topluma yabancılaştırılmalarıydı.

Bunlar, ne tam olarak yerel ne de tam olarak yabancı unsurdular. Ne kendileri kalıyor ne de tam olarak Batılı olabiliyorlardı. Kişiliksiz, yoz bir küme oluşturuyorlardı.

Türkiye’nin değişik bölgelerinde, Amerikalılara ait; 45 konsolosluk, 17 dini misyon ve 435 okul vardı.

Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren 94 Fransız okulu mevcuttu.

Aynı dönemde, İngilizlerin Irak ve Ege bölgesinde, 30; Almanların İstanbul, İzmir ve Filistin’de 10; İtalyanların Batı Anadolu’da, doğrudan İtalya Hükümetine bağlı 4; Rusların ise 3 okulu vardı.

Osmanlı devletine ait lise (İdadi) sayısı ise yalnızca 23 adet idi.

Mustafa Kemal, 16-21 Temmuz 1921’de Ankara’da toplanan Birinci Maarif Kongresinde yaptığı konuşmada; “Bir ulusu, özgür ve bağımsız, ya da tutsak ve yoksul yapan eğitimdir” 14; “Ulusları kurtaranlar, yalnız ve sadece öğretmenlerdir” demişti.

“Ordularımızın kazandığı zafer, eğitim ordusunun zaferi için yalnızca ortam hazırladı. Gerçek zaferi öğretmenler kazanacak, yaşatacak ve kesinlikle başarıya ulaştıracaktır.”

Bursa’da öğretmenlere böyle demişti.

3 Mart 1924’te çıkarılan 430 sayılı yasayla, eğitimde Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) ilkesi kabul edildi.

Öğretim Birliği Yasası, yalnızca mektep-medrese ikiliğini ortadan kaldırmadı. Yabancı okulların ve cemaat okullarının tümünü denetim altına aldı.

Bu kısa ve öz sade anlatımı 16 Haziran 2020’de kaybettiğimiz sevgili dostum arkadaşım Metin aydoğan’ın çalışmasından aldım.. Onu okuyunuz. Kuramsal Aktarım adlı bloğu takip ediniz: http://kuramsalaktarim.blogspot.com

Ne yazık ki bu temel devrim yasaları ters yüz edilmiş paçavraya çevrilmiştir. Ama gün gelir hesap döner!

 

Önceki İçerik#32 – Türkiye’nin Bidencıları ve İdeolojik Taarruz
Sonraki İçerik#34 – 8 Mart ve Bizim Kadınlarımız
2009’da Avrasya TV'de DÜNYA DÜZENİ adlı haber programını yaptı. 2004-2008 arasında TRT'de ‘SINIRLAR ARASINDA’ Haber Belgesel Programının yapımcısıydı. Londra City University televizyon bölümünde yüksek lisans yapan ve BBC TV Belgesel kurslarını bitiren Banu Avar BBC Türkçe bölümünde yapımcı ve sunucu olarak çalışmış, TRT’nin Londra muhabirliğini üstlenmiş; Günaydın, Vatan, Dünya, Politika gibi gazetelerde muhabir olarak çalışmış ve birçok dizi yazıya imza atmıştır. TRT 1 ve TRT 2’de yapımcılığını, yönetmenliğini ve sunuculuğunu üstlendiği "Mozaik" ve "Kaleideskop" programları yayınlanmıştır. "32. Gün" programının ilk yıllarında programın Londra muhabirliğini yapmış ve Kıbrıs, Demirkırat gibi belgesellerde yapımcı, araştırmacı olarak görev almıştır. BEN SEZAR (‘I, Ceasar’), KIRIM SAVAŞI (‘Crimean War’), BÜYÜK OYUN ‘The Great Game’ ve TRUVA ‘Troy’ gibi BBC ve Discovery Channel belgesellerinin künyesinde Türkiye prodüktörü olarak yer almıştır. 1999’da TV8’in belgesel bölümünü kurmuş, 2004’e kadar 30’dan fazla belgesele imza atmıştır. 2004 yılında -Attila İlhan ve Erol Manisalı ile birlikte- işine son verilmiştir. Denizciler, Bir Zamanlar Kıbrıs’da, Artık BİZ DE varız!, Devlerin Savaş Alanı Afganistan, Türkiye Sevdalıları gibi belgesellerden OHRİ, GÜZEL OHRİ Makedonca’ya çevrilmiş ve Makedon Ulusal TV Kanalında bir çok kez gösterime girmiştir; Rıza oğlu Haydar ALİYEV belgeseli ise Azerbaycan Devlet Kanalında defalarca yayınlanmıştır. 2004 yılında yapımına başladığı; Balkanlar, Kafkasya, Orta Doğu, Orta Asya, Çin, Hindistan, Güney Amerika ve Avrupa’dan dosyalarla 82 ülkeden konuların yer aldığı Sınırlar Arasında belgeseli 2008 mayıs ayında ABD, İsrail, Gürcistan, İsveç Büyükelçilerinin şikayetleri sonucu yayından kaldırıldı.. Bu gerekçe TRT üst yönetimi tarafından beyan edilmiştir! Avar daha sonra, 2009 Şubat - Haziran arasında AVRASYA TV (ART)'de "DÜNYA DÜZENİ" adlı haber programını yaptı. Banu Avar, 2004-2008 yılları arasında 40'dan fazla kurumdan çeşitli ödüller ve plaketler almıştır. 8 kitabı bulunmaktadır: Sınırlar Arasında (2006) Avrasyalı Olmak (2007) Hangi Avrupa (2007) ‘Böl ve Yut!’ (2008) Hangi Dünya Düzeni (2009) Kaçın Demokrasi Geliyor (2010) Gün O Gündür (2012) Zemberek (2016)

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz